Otuz Beş Yaş Yankısı

Bugün dünyadaki 35. yılım, doğum günüm. Cahit Sıtkı’nın deyişiyle: “Yolun yarısı”. Bu zamana kadar yaşadıklarımdan, şahit olduğum binlerce hayat hikâyesinden, kendimce okuduğum kitaplardan, dinlediğim müziklerden, izlediğim filmlerden bir terapist olarak şunları öğrendim:

İnsan nisyanla malüldür ve fena halde hüzne, hüsrana mahkûmdur. Her hal geçici ve insan gidicidir. Başlayan her şey bitmek içindir.

Yalnızlıktan korkma, tek başına kalmayı öğren. Her gününü bir kafede, lokantada, çay bahçesinde geçirme. Evinde kendine ait bir masan, sandalyen olsun. Kendine iyi gelen şeyleri bul ve kapını kapatıp orada derinleş. Yığından ayrılmayı bil. Yığınla yaşadıkça “herhangi birisi” olursun, yığından ayrılınca “birisi”.

Yalnızlığını sev ama oraya gömülme. Sıkı dostlar edin, onları arayıp sor, vakit geçir. Ve mutlaka öteki için bir şey yap. Dünyadaki huzurun ve bereketin tek yolu öteki için bir şeyler yapmak, düşene el uzatmak, yorguna omuz vermektir.

Fedakârlıkların aşırı olmasın. Ekmeğini, sevgini, ilgini her zaman bölüş, paylaş ama sürekli senden almalarına, senden beklemelerine karşı çık. Sevilmediğin, kullanıldığın, hep yük taşıdığın, yorulduğun kapılardan uzak dur.

Âşık ol. Bu dünyanın en asil ve kıymetli duygusu aşktır. Birini, bir şeyleri çok sevmeyi öğren. Sevmeyi bilmeyen, sevgide hesap kitap yapan insandan bir cacık olmaz. Ne diyordu Çobanoğlu: “Şeytan aşkı olmadığından şeytan.” Unutma: Aşk bazen kaybettirecek, acıtacak ama insanı biçimlendiren, güçlendiren o kayıplar ve acılar olacaktır.


Dünya öyle çok da numarası olan bir yer değil, çok bel bağlama, çok şey umma, aksi halde büyük bir hayal kırıklığı yaşarsın. Fakat dünyaya sakın sırtını dönme, yaşamaktan umudunu kesme, bazen bir an gelir, yaşarsın ve o an, çektiğin tüm çilelerin, dünyada bulunmanın mükâfatı olur.

Kavga etmekten, dişini göstermekten sakın çekinme. Efendilik, tercih ettiğin, seçtiğin bir şey olsun. Yeri geldiğinde masayı dağıtmayı, sesini yükseltmeyi bil. Çünkü dünya sadece efendilikle, nezaketle, anlayışla yaşanılacak bir yer değil. İnsanlar sıklıkla, zayıf ve zararsız gördükleri şeyleri ezmek isterler, unutma.

İnsan kendiliğinden olmaz, birilerinin yardımıyla oluşur. Seni oluşturan insanları sakın unutma. Dostluklar, arkadaşlıklar, ortaklıklar biter, bir zaman ekmek böldüğün, yoldaşlık ettiğin kişilerle yolların ayrılabilir. O ekmeğin hatırına sakın yoldaşının arkasından konuşma, canın ne kadar yansa da beraber yol yürüdüğünüz günlerin şerefine ihanet etme.

Paraya tutkuyla bağlanma, kazandığın her kuruşu kenara atmaya çalışma. Vaktini sadece para kazanmaya değil, kazandıklarını harcamaya da ayır. İmkânların ölçüsünde güzel kıyafetler giyin, güzel kokular sür, güzel yemekler ye. Ölmek üzere olan insanların en büyük pişmanlıkları bu saydığım şeyleri yapmaya yeteri kadar vakit ayırmamış olmalarıdır, unutma.

İmkânların ölçüsünde bol bol seyahat et. Bu öyle alelade söylenmiş bir söz değil. İnsan gezdikçe, yeni dünyalar gördükçe ruhu inceliyor, iyileşiyor. Neden bu dünyada olduğunu, bu dünyada ne kadarlık yer kapladığını görüyor ve sakinleşiyorsun. Ve en nihayetinde de bir gün bu dünyadan kalkıp başka bir dünyaya göçeceğin fikrine alışıyorsun.

Savaşa hep seni çağıracaklar, zor işlere, tetik düşürmeye, çamurlu yollarda yürümeye hep seni çağıracaklar ama şenlik sofralarına, hurma tiridi yemeye, ışıklı sahnelere bol alkış toplayanları, filancanın oğullarını/kızlarını çağıracaklar. Seni sadece savaşta hatırlayanları hayatın boyunca unutma!

Aklını ve kalbini kimseye satma, kiralama. Aksi halde konuşamaz, yazamaz ve yaşayamazsın. Hayatının her anını: “Acaba ne derler?” diye geçirirsin. Hesap vereceğin yer her daim vicdanın ve inancın olsun.

Türkiye Cumhuriyeti’nde akan çeşmelerin başını, iki-üç ilin ve belli başlı soy isimlerinin çevirdiğini, tuttuğunu gördüğünde sakın üzülme. Tarih boyunca bu topraklarda “bir vatanım olsun” diyenlerle “vatan benim olsun” diyenler mücadele etmiştir. Vatanın asıl sahiplerinin kim olduğunu aile geçmişine, şehitlerine ve verdikleri mücadelelere bakarak hatırla. “Vatan benim olsun” diyenler hep kaçtılar, vatanı ailesi gibi sevenler ise yoksul da olsa buradalar ve kıyamete kadar burada kalacaklar.

Dünya adil bir yer değil, sakın bu dünyadan merhamet, adalet, şefkat, ayrıcalık, baht açıklığı ve iyilik bekleme. Dünya bize bir şey borçlu değil. Bize düşen şey, dünyanın öğüttüğü insanlara iyiliği, güzelliği, adaleti, sevgiyi kavuşturmaktır. Ve yeniden: “Umma ki küsmeyesin”.

Babanın, dedenin parasını, mirasını yemiyorsan, birilerinin aracılığıyla ballı lokmaları yutmuyorsan çok çalışman lazım. Her ne işle uğraşıyorsan uğraş, ayakta kalmak, kendine, ailene iyi bir gelecek sunmak istiyorsan çok çalışman lazım. Herkes uyurken, gezerken, gününü gün ederken sen çalışacaksın. Sızlanmadan, kıskanmadan helal lokma için çalışacaksın. Çalışmaktan korkma.

Yoksulluktan değil, hırsızlıktan utan. Mevcut ekonomik şartlar, aile hayatı, iş hayatı seni yormuş, ezmiş, tüketmiş olabilir ama hepsi geçicidir. Başını dik tut, Türk çocuğunun başı dik olur. Şeref parayla satın alınamayan bir şeydir, onun kıymetini bil.

Ezcümle, geldik ve gidiyoruz. Ardımızdan çok zengindi, güzeldi, yakışıklıydı, başarılıydı, yetenekliydi demeyecekler. Bizden geriye sadece insanlığımız kalacak. İyilerden miyiz yoksa kötülerden mi? Kalan günlerimizde artık tek meselemiz bu.


23 Nisan 2024, İstanbul.

23 Nisan 1989, İstanbul.

Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir