İşte yine buradasın. Başladığın yerin çok daha gerisinde. Üstün, başın toza bulanmış, saçların dağınık, sesin kısık, gözlerinin altındaki mor halkalar iyice belirgin. Yüzüne yerleştirdiğin o kimliksiz tebessüm bile koruyamıyor artık seni çevrenin alaycı sorularından, meraklarından. İş bulamadın, okul bu sene de uzadı, cepte metelik yok, sevdiğinin mutlu anlarını sadece sosyal medyaya yüklediği fotoğraflardan takip edebiliyorsun.
Belki de hayalini kurduğun gibi evlatlar yetiştiremedin, oysa böyle olmaması lazımdı, herkesin saygısını kazanan pırlanta gibi bir insan olacaktı ama olmadı; şimdilerde otuzlu yaşlarında, bilgisayarın başından kalkmayan, verdiğin üç beş kuruş parayı da bahis sitelerine kaptıran bir oğula sahipsin. Belki de hiç sevilmedin ya da sevildiğini zannettin. Bir peri masalı gibi başlayan hikâyen, şimdilerde, aynı evde fakat farklı odalarda susup ‘bu işten nasıl kurtulurum’ diye düşünen iki insanın acıklı hikâyesine dönüştü. Ne diyordu sevdiğin o Norveçli yazar: ‘’İyi günde, kötü günde, demiştik evlendiğimizde. Sorun, aynı günün, biri için iyi, diğeri içinse kötü olmasında elbette.’’
Farkındayım, sanki üzerinde dev bir mıknatıs var ve olabilecek en kötü senaryoları hayatının tam merkezine çekip duruyorsun. Ne zaman şöyle rahat bir nefes almaya çalışsan ciğerlerine yaşamak sancısı doldu. ‘’Şimdi her şey yoluna girecek ve artık ben de sıradan insanlar gibi günlük, alelade dertlerle uğraşacağım’’ desen, daha cümlen bitmeden kapını daha önce hiç tanışmadığın yeni belalar çaldı. Köşeye sıkıştın. Çürüyen şu ömründe elini sana uzatacak tek bir dost ve akraban kalmadı. Gemiyi önce sevdiklerin terk etti.
Omzuna ve kalbine çöken yüklerle her şeyi çözmeye çalıştığın o anları ve o karanlık anlarda yaşadığın içsel çözülmeyi çok iyi anlıyorum. ‘’Eğer bir son varsa neden şimdi olmasın?’’ sorusunu bir dua gibi korkuyla mırıldandığın gecelerde altındaki sandalyenin nasıl boşluğa karıştığını da…
Ölmedin ve buradasın. Gözlerinde yaşamanın değil de hayatta kalabilmenin o muzaffer sevinci. Yara izlerini saklamaya gerek yok, hepsini görüyorum, hissediyorum. Utanma, yaralanmışlar kardeştir. Hem yara izleri savaşçıların gururla taşıdığı madalyalardır, bedenlerinde ve kalplerinde. Biliyorum, bu kadar fazla madalya ağırlık yapıyor üzerinde.
Peki şimdi ne olacak? Kendini; mutsuz, yetersiz, değersiz, kimse tarafından sevilmeyen ve dünyanın kupkuru yalnızlarından biri olarak görüyorsun. Olsun. Sana iki seçenek değil, tek bir seçenek sunuyorum. Eğer bugün buradaysan, nefes alıp veriyorsan diğer seçeneğin artık bir ihtimal olarak karşımıza çıkmayacağına inanıyorum. Önüne koyduğum tek seçenek ise şu: Hareket et. Bunu nasıl yaparsın bilmiyorum ister koş, ister yürü, ister sürün ama hareket et.
Üzerindeki efkar bulutlarına içli içli bakıp: ‘’Artık bana müsaade’’ demeli ve yola çıkmalısın. Tüm güçsüzlüklerine, yenilgilerine, başarısızlıklarına ve içine sığdıramadığın, gönlüne yediremediğin hayal kırıklıklarına rağmen kaldırıp başını yola çıkmalısın. Geçmişin ya da geleceğin vaad ettikleriyle değil, şimdinin direnme inancı ile hareket etmelisin. Yola koyulmanın üzerine örttüğü o büyülü hırka ile bilinmezliğin kalbine inatla yürümelisin.
Gelecek bilinmez ve sahiden de uzun sürer, belki günlerce, belki de az sonra çalacak telefonla… Cebimizde bir harita ya da elimizde kallavi bir kullanma kılavuzu ile yaşayamayız bu hayatı, hem ikisini de kullanmayı pek sevmeyiz zaten, deneyip yanılırız, birilerine sorarız. Yeniden kurmaya çalıştığımız, her şeye en baştan başladığımız zamanlarda da insan bolca yanılır, daha önce aynı yolu kullanmış olanlara sorar ve bir müddet yabancılık çeker. Hayattaki en büyük ağrılardan biri budur belki de: Kendi hikayene yabancı, kendi hayatına misafir olmak, yerini, yorganını, yastığını yadırgamak. Ne diyordu Metin Altıok: ‘’Sen orda şimdi bir hüznü köpürt / Ben bir çocuğa su vereyim burada / Ben ki kiracıyım bir acıya.’’
Bazı acılar tahammül sınırlarını zorlar fakat sonsuza dek aynı şiddetle sürmez, zamanla hafifler. O an her şeyin bittiğini ve bu acının giderek artacağını, katlanacağını ve bu şiddetin sonsuza dek devam edeceğini düşünürsün fakat bilim bize şunu söyler; acı yaşanır, artar, bir müddet aynı şiddetle düz bir çizgide devam eder ve yavaş yavaş acının şiddeti düşmeye başlar.
İnsan ruhu, adaptasyondan, uyumdan ve unutmadan yapılmış bir elbisedir. Annen ölür, o elbiseye bir yama dikilir, alışırsın. Evladın her gece yanı başında değil de toprak altında uyumaya başlar, alışırsın. Güvendiğin o koca dağlar bir sözle kum olur, bir yama daha, alışırsın. Olan biten ne varsa insan alışır, gün gelir aynaya bakar ve görmez üzerindeki yamaları ve zanneder ki en güzel elbise onundur ve dünyada bir eşi benzeri daha yoktur. Çünkü alışmıştır. Bana güven, sen de alışacaksın.
Bazen işlerin yolunda gitmediği de olur, alışmak, iyileşmek zaman alır. Gittiğin yere kendinle beraber geçmişini de sürüklersin. Tüm duyguların, düşüncelerin, talihsizliklerin ve keşkelerin seninle birlikte her meclise oturur, her söze karışır, her yeni tanışmada/karşılaşmada kendini hatırlatır. Aklına Leonard Cohen’in sorduğu: ‘’İçimdeki bütün o dünlerle yeni bir şeye nasıl başlayabilirim?’’ sorusu gelebilir, buna cevaben ben de sana şu soruyu soruyorum: Bu acıyla sahiden de vedalaşmak istiyor musun yoksa cesaretsizlikten doğan hareketsizlikle bu acıdan bir şekilde besleniyor musun?
Eğer acıyla gerçekten vedalaşmak istemezsen acı, benliğine yapışır ve ruminatif (tekrarlayıcı bir şekilde düşüncelerin zihinde dönüp durması) düşünceler uzun süre hayatını, duygularını etkisi altına almaya başlar. Yediğinden, içtiğinden, yaşadığından anlamazsın. Bu girdaptan kurtulmanın tek yolu kendine bir başlangıç ya da dönüm noktası belirleyip hareket etmek, bilişsel ve duygusal değişim için gerçekçi sözler ve eylemler sürdürmektir.
Belki de bundan evvel kendine birçok söz verdin, birçok yeni başlangıç için yeminler ettin. Ama olmadı. Bazen olmaz, tekrar tekrar denemen gerekir, tekrar tekrar savaşman, yenilmen ve tepe üstü çakılman. Umutsuzluğa kapılma, hatırla: Allah yeniden başlayanların yardımcısıdır. Bir umut yeniden başlayıp tepe üstü çakılanların da.
Not: Bundan sonra her çarşamba burada; insana, hayata ve edebiyata dair sorular sorup cevaplar arayacağız. İlgilenen dostları bekleriz.
Hayırlı olsun hocam. Rabbim kaleminizi temiz ve güçlü etsin. İnşallah takipte olucaz. Yazınızda aklıma Albert Einstein “Hayat bisiklet sürmeye benzer. Dengeyi korumak için ilerlemek gerekir.” sözleri geldi. Fakat dinlenmeye ihtiyaç duyduğumuz vakit duracağımız yeri yanlış seçiyoruz. İstikamet üzere kalmanın yolları nelerdir bununla ilgili de düşüncelerinizi merak ederim 🙂
Geçmişinde biriktirdiği başarısızlıkların, kayıpların kendisini büyük bir bunalıma sürüklediği insana, yeniden başlamayı teklif etmek için kaybetmiş olduğu anlamı hatırlatmalı. Çünkü zihin sorgulama sürecinde insanın tüm anlam dünyasını yerle yekzan eder ve o insan artık harekete geçecek bir anlam/amaç/ güç/ direnç bulamaz. Bireyin iyiye, adalete, hakkaniyete olan inancı tükenmiş ve yapacağı hiçbir şey yitirilen anlam dünyasının bir parçası olmayacaktır.
O zaman Elhamdülillah ki,beni imtihan eden ve her derdin veya her mutsuzluğun bir çıkışını veren Rabbime şükürler olsun
Ağzınıza sağlık.🍃 Düştüğünü gördüğün fakat senide düşürdüğü için öfkelendiğin birine nasıl bir pencere açabilirsin? Üstelik bu canından, kanından en yakınındansa.
yamalara,yaralara şifâ niteliğinde bir yazı olmuş. yüreğinize sağlık efendim.
Kitabınızı yeni bitirdim çok samimi ve bizden olmuş. İyi ki varsınız