O İşleri Halledemedim

Zalimin elinden kapına geldim
Kan gölü içinde bunaldım kaldım
Yetiş ya erenler canımdan oldum
Bilmem kim saracak yaralarımı

Zülfü Livaneli

 

O işleri halledemedim ve daha birçok işi. Biliyorum söz vermiştim o uzun yolda fakat dikişlerim sızlıyordu ve fena halde yalnızdım. İnsan yalnızken herkese söz verme eğiliminde oluyor sanırım. ‘’Lütfen beni yalnız bırakmayın, sizin için her şeyi yaparım’’ demek bu.

Bazen insan varlığıyla şantaj yapar; terk etmekle, gitmekle, sevgisini esirgemekle, yalnız bırakmakla. Karşısındaki insanın bundan korktuğunu fark ettiyse eğer şantajın şiddeti daha da artar ve bu sefer de kırıcı cümleler eşlik eder ilişkiye. Ve son hiç değişmez.

Asma suratını, sana değil sözlerim, laf lafı açıyor işte, oysa sadece “o işleri halledemedim” yazıp bırakacaktım. Ama başlangıç her zaman tuhaf bir ilerlemeye mahkum sanki. Bir işe, bir sevmeye, bir ömre başlayıp sürdürmenizi bekliyor herkes. Bir devam, bir gelişim, bir ilerleme bekliyorlar oysa sadece başlamak bile büyük bir hadisedir bana göre. Bitirmenin yarısını ya da öte yarısını umursamıyorum, başlamak sadece başlamaktır; hesap etmeden, plan yapmadan, düzenli olmadan, başarıyı hesaba katmadan bütünüyle insani güdülere ve arzulara dayalı bir başlamak.

Hesapların ve planların dahil olduğu her şey saflığını ve temizliğini kaybediyor. İlerlemek, kazanmak, mesafe kat etmek, zafere ulaşmak için başlamaya inanmıyorum, sadece başlamam gerektiğini hissettiğim için başlıyorum. Bazen başladığım yerde kalıyorum, sözden arındırılmış bir eylemsizlikle. Fark edenler elbette şaşırıyorlar bu duruma ama diyorum ya ben yaşamak için bir başlangıç arıyorum ve buna tüm kalbimle inanıyorum. Bulduğum vakit yüksek ihtimal yine her şeyi yüzüme gözüme bulaştıracağım biliyorum fakat ben insanım, bazen bilmeyerek bazen de bile bile yaptığım hatanın öz kardeşi.

O işleri halledemedim çünkü fena halde yorgunum, uykuyla dinlenemeyecek kadar yorgun. Fazladan tek bir kelime bile söyleyecek halim yok, inan. Ruhunu paraya satanların, onursuzluğu ve gurursuzluğu göğsünde bir madalya gibi taşıyan mahlukatın arasında kaldım. İnsana en derin ve en öldürücü yaraları hep en yakınındakiler verir. Çünkü savaş meydanında yakınlarından bir kötülük beklemezsin, giderek sana yaklaşır ve bir anda en zayıf yerinden vurur, seni çok iyi tanır. Ölümcül yaralarımla meşgulüm şu sıralar. Ayna karşısında ağzımda bir şeyler geveleyip suratıma bakıyorum. Yaralarımdan çiçekler filizleniyor, görüyorum. Renk renk sümbüller, gelincikler, menekşeler. Görünen o ki güzel bir bahçeye sahip olacağım.

O işleri halledemedim çünkü şiddetli bir yalnızlık ağrısı çekiyorum. Yalnızlığın ne olduğuna dair bir fikrin var mı bilmiyorum ama bir mekân düşün. Etrafında, içinde, dışında kimse yok, çalacağın hiçbir kapı yok, tek başına orta yerde durup etrafına bakıyorsun, bitimsiz sonsuzluk. Ve bir zaman sonra artık sen de o boşlukta yok oluyorsun, orada değilsin, varlığın kayboluyor ama o kimsesiz yerin yalnızlığını da içinde taşımaya başlıyorsun. Ruhun bu sonsuz döngüye kendini kaptırıyor ve artık bir kıyamet bekliyor. Bu esaretten kurtulmam için bir kıyamet gerekiyor. Küçük kıyamet.

İnsan itildiği yalnızlık çukurunda bir zaman sonra kendine yeni bir dünya inşa ediyor ve bir zaman sonra kovulduğu değil, kendi içinde kurduğu o küçük dünyada yaşamak istiyor, yapayalnız. Diğerlerinin o dünyaya dahil olma çabalarından rahatsızlık duyuyor. Kapıyı bin bir türlü şifacı çalar böyle zamanlarda: “Bu sefer iyi olacaksın ve her şey geçecek” bahanesiyle fakat şifacının çaldığı kapının ardında kimse yoktur, demin bahsettiğim gibi o mekânda sadece yalnızın yalnızlığı vardır.

Yalnız bilir ki bir kişi ya da birileri olmak zorunda değildir. Sen de bilirsin yaşamak için hayatım boyunca bir ötekine ihtiyaç duymadım, bağlanmadım. Ama yaşlanıyorum ve sevdiklerimi bu dünyadan uğurluyorum. İşte bu çok kötü. Meğer o veda ettiklerim ne kadar büyük yer kaplıyormuş şu talihsiz yaşantımda, nasıl da uzaktaki varlıklarıyla koruyup kolluyorlarmış beni. Üzerimdeki o kalkan artık yok ve açık bir hedef gibi hissediyorum kendimi. Bundan korkmuyorum. Asıl korkulması gereken düşmanları tarafından pusuya düşürülmüş insanın hayatta kalmak için tüm gücüyle her şeyi yapabilecek olmasıdır. Evet, hayatta kalmak istiyorum. Çünkü borçlarım henüz bitmedi, gelip seni göremedim, o şiiri bir türlü yazamadım ve kar şehrimi hâlâ esir almadı. Biliyorum az kaldı. Buna hazırlan.

O işleri halledemedim çünkü iyi biri olmak için çok çaba sarf ediyorum. Sabahları erken kalkıyorum, işe gecikmiyorum, üzerime vazife olmayan işlere koşturuyorum, hatır soruyorum, düşkünleri kolluyorum, ardımdan iyi bir adamdı desinler diye kendimi hırpalıyorum. Fakat artık yoruldum; sürekli doğru olanı yapmaktan, birilerinin son umudu olmaktan, kurallara uymaktan, sorumluluklardan, tüm bu ciddiyetten yoruldum. Zihninden neler geçtiğini tahmin edebiliyorum, korkma öylesi değil.

İnsan bazen ne iyi olmalı ne de kötü. Sadece kendisi gibi olmalı, bir yerlere bağlanmadan, tutunmadan; okudukları, yazdıkları, gördükleri ve yaşadıkları ölçüsünde bir yol çizmeli kendine. Kendine has, kendi renginde, kendi doğallığında ve hatta bazen kendi saçmalığında bir yol çizmeli. Başkalarının ayak izlerine basarak gideceği yolu bulamaz insan, eğer yolu bulmak istiyorsan önce kaybolmalısın, sonra da gideceğin yolu kaybettiklerinde bulacaksın. Unutma: Yoldan savrulmalar da yolculuğa dahildir.

Gitmek demişken, son görüşmemizde “gitmen lazım bu şehirden” demiştin ve o günden sonra aslında ne kadar da haklı olduğunu düşünüp durdum. Hem zaten içten içe hep gitmemi istemiştin senden. O işleri halledemedim çünkü gidemedim, o cesareti gösteremedim. Nereye gideceğime dair en ufak bir fikrim yok ama sana söz veriyorum ki gideceğim. Bir sabah hesap etmeden ve arkama bakmadan sessizce çıkıp gideceğim. Her sokağında ayrı bir cehennemin ve hatıranın bulunduğu bu şehri içindekilerle beraber terk edeceğim. Gitmek zorundayım, yerimi yitirdim ve yerini yitirenlerin bir daha yerleşemeyeceğini de en iyi sen bilirsin.

İnsanlar benden umuda dair bir şeyler söylememi, aydınlığı anlatmamı, yaralarımı saklamamı bekliyorlar. Ne diyordu Jung:  “İyi bir şifacı yaralı olmalıdır. Yarası olmayan şifacı iyileştirici olamaz”. Kimseye iyileşme vaadi sunmuyorum ama acılarına saygıyla yoldaşlık edebilmek için elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorum.

Düşünüyorum da umuda dair sana ne söyleyebilirim diye, aklıma bir şey gelmiyor. Şiir dosyamın bitmesine bir şiir kaldı onun da başlığı belli: Üzüldüm Ama Olsun Çiçeği. Sonrasında dosyayı teslim edip kendime güzel bir kahve ve çikolata ısmarlarım herhalde. Bilmiyorum. Son dönemde en çok kullandığım kelime bilmiyorum. Dünyaya dair hiçbir şey bilmiyormuş gibi hissediyorum.

Tüm bu kargaşa nasıl sonlanacak bilmiyorum ve sıklıkla şöyle hissediyorum: Çocuk parkta koştururken sertçe yere düşüyor, elleri kan içinde, dizleri parçalanmış. Sonra bankta oturan annesiyle göz göze geliyor, annesi üzülmesin diye gözyaşlarını yutuyor ve gülümseyerek üstünü silkeleyip oynamaya devam ediyor. Sanırım bizi ayakta tutan şey annemizin o bakışı ve bizi biz yapan şey ise yuttuğumuz o gözyaşları.

Bunu da yutuyorum.

4 Yorum

  1. Rabia Çiğdem Alan 25 Temmuz 2020 at 22:56

    Bugün dostumdan gelen sözler aklıma geldi yazınızı göz yaşlarıyla okurken.”Sen süreçten sorumlusun, sonuç Allahın elinde..Minik adımlarla da olsa ilerle. Rabbin yolun sonunu senin için hazırlıyor.” Başlamaktan korkmadan işe girişmek ve sonucunun her ne olursa olsun Allahın takdir ettiği kader çizgisinde olacağı şaşmaz gerçek. Mesele sadece başlamak iyi olan, güzel olacak işlere başlamak..

    Cevapla
  2. Tuğba 6 Eylül 2020 at 22:01

    Her cümlesinde sanki ifade etmek isteyip de edemediğim şeyler var başlamak, yorulmanın manası gibi. Bazen dilimin dönmemesinden kaynaklı ifadesizliğimin biri tarafından ifade edildiğini görünce o kadar değişik oluyorum ki insanların demek ki yaraları aynı olabiliyor ama kiminin dili daha iyi kimi ifadeden aciz oluyor. Elinize sağlık yazılarınızı okurken genellikle böyle bir his geliyor içime

    Cevapla
  3. Z.H 2 Ekim 2020 at 00:40

    Hocam, ay geçti yeni yazı yolu gözlüyoruz 🙂

    Cevapla
  4. Bh 29 Nisan 2024 at 11:19

    Anlamak ,hissetmek . çokta düşünmemek lazım düşünce anlamını yitirmeden .beklemek için sebeb aramamak lazım ,derinlik ararken o derinlikte boğulmamak lazım .

    Cevapla

Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir