Sevmek, inanca, insanlık hallerinin en yücesine; korkunun ve keyfin birleşip içindekilerin ayrışmasına artık izin vermeyeceği o yere açılmaktır.
Zygmunt Bauman
Şehrin zemin katındaki gürültü, tedirgin etmiyor artık kimseyi. Yaşamdan öcünü almaya takati kalmamışların durumu sıradan geliyor hepimize. Yanımızdan geçse, çantamızı toplayıp tedirgin olacağımız esmer tenli çocuklar ölünce kahramanımız oluyor. Kısaca ölüm, bu yüzyılda, insana değer katıyor.
Ölümün ayak ucunda öldürmek uyur. Öldürmekle ilk tanışmam ise Tarlabaşı’nda olmuştu. Vaktiyle gayrimeşru işler kovalayan ama bir kıza tutulunca tüm bu yolları bırakıp helal para kazanmaya çalışan Arnavut Selim, evinde ekmeğinde bir abimizdi. Evlendiği hanımefendi nedendir bilinmez evine ve eşine sadık kalamadı. Arnavut Selim meseleden emin olunca taksi durağının önünde kendisine yanlış yapan berberi tek ustura darbesiyle yere serdi. Olaydan sonra Selim’in eve gidip eşiyle vedalaştığı, “Niye eşine dokunmadın?” diyenlere de, “Çok seviyorum çünkü…” dediği anlatılıp durdu. Yıllar sonra bir dize okudum ve aklıma, usturasından yere kan damlayan Arnavut Selim geldi. Furkan Çalışkan’ın Meskûn Mekân şiirinden: “Seni seviyorum / Bu bir yerde yanlış yapıyorumun Arnavutçasıdır.” Artık eminim, şairler hepimizin çocukluk çağıdır.
Bilerek yanlış yapanlar coğrafyasında yaşıyoruz sanki; sen, ben, o, hepimiz. Bir yerlerde kırılacak dünya ve normalleşecek diye umutsuzca bekliyoruz. Tanıyoruz birbirimizi kalabalıklarda; otobüs durağının dışında bekleyen, sinema önlerinden hızla geçen, kapıyı açmadan önce merdivenlerde kimse var mı diye dışarıyı dinleyen ve yüzünde hep “bir şeyleri kaybettim, bana yardım edin” ifadesiyle gezinen herkes uzak akrabadır bu coğrafyada birbirine.
Bazen olur, kaybedeceğini bildiğin kavgalara gülerek girersin, bu anlamsız tebessümün insanları önce tedirgin etse de payına düşeni alıp bir kenara çekilirsin. Gömleğinin kopan düğmelerini göz ucuyla ararken, olan bunca şeye rağmen yine de güzeldi dersin, yine de güzeldi bu dipsiz kuyuya atlamak.
Evlilikler bile ‘aşk evliliği’ ve ‘mantık evliliği’ diye sınıflandırılmış vaziyette. Hayatının en önemli kararını alacak çiftler evlenmeden önce karşı tarafın mal varlığını şöyle bir gözlerinde tartıp öyle çıkıyorlar yola. Mantık üzerine kurulu bir evlilikten doğan aşksız bir aile ve aşksız bir toplum… Burada Fethi Gemuhluoğlu’nun meşhur “Dostluk Üzerine” konuşmasını hatırlamadan olmaz: “Şevki seçiniz. Aşkı seçiniz. Ben aşksız insanlar görüyorum. Huzur içinde uyuyorlar, gidiyorlar, gülüyorlar, vitrinlere bakıyorlar, hâlâ büyük büyük pazarlıklar peşindeler. Türkiye’nin içinde bulunduğu felaketi idrak etmiyorlar.”
“Mantığınla hareket etmelisin” yalanı çağın saçmalıklarından biri. İnsanın artık mantığa değil kalbe ihtiyacı var. Mantığımızı kullanıp kazandığımız şey sadece dünyaya aittir, oysa bize bu dünyadan çok daha fazlası gerekir.
Arnavutçanın zor bir dil olduğu söylenir, hele Arnavutça yapılan yanlışların… Çalışkan bize, tutulduğumuz bu yanlışları anlatıyor Meskûn Mekân şiirinde, gerçekleşmesi imkânsız ne kadar düş varsa overlok masasında günde 16 saat kuran kızları, annesi ayağını burkunca yaşadıkları apartman merdivenlerini yerin dibine girerek hızlıca silen oğlanların umutlarını ve hep ‘olmazsa’ değil ‘ya olursa’ diye ömürlerinden fayda görmeyenleri.
Hata yapın, yanlış yapın, yere düşün, yerden kalkın, karanlıkta kalın, reddedilin, nefsinizi yere çalın. Garanticilik ve sünepelik insana yakışmıyor işte, hâlâ fark edemedik mi? Kendimizi hayattan koruyarak nereye varacağımızı düşünüyoruz? Sosyal statülerimiz, çalıştığımız işler, hayat planlarımız… hepsi koca bir boşluk. Gerçek olan kalptir, kalbinizi ve merhametinizi insanlara gösterin, bırakın yaralasınlar; korkmayın, şair yine haklıdır: ‘’Kalp yaralanmaz çünkü yaradır.’’
Gökhan Hocam her ne olursa olsun yazılarınızdan istifade etmemizi engellemeyin.İki hafta mahrum kaldık. Bu arada kaleminize sağlık yine çok hoş bir iş çıkmış. Ve maalesef “Suç dünyanın değil, onu kullananlarındır”