Aşk Acısı Nasıl Geçer?

Gerçek aşk acısı, varlığımızın en temel noktasına yerleşir, bizi en zayıf noktamızdan sımsıkı yakalar ve diğer bütün acılara derinden bağlanarak bütün gövdemize ve hayatımıza hiç durdurulmayacak bir şekilde yayılır.

Orhan Pamuk, Masumiyet Müzesi.

 

Bazı acıların dili vardır, siz istemeseniz bile her fırsatta kendini anlatır. Fakat bazı acılar dilsizdir, susar, sustukça, kendini sakladıkça büyür ve bir ömür boyu iyileşmeden sizinle beraber sonsuzluğa taşınır. Dilsiz acılar hep kalpte açılır, ruhun derinliklerinde. Bazen dilinizin ucuna gelir, anlatayım da üzerimdeki şu yük kalksın dersiniz ama olmaz, ya zayıf görünmekten ya ayıplanmaktan ya da utancınızdan anlatamazsınız. İnsan aşkını herkese anlatmaya meyillidir ama aşk acısını değil.

Aşk acısı doğrudan bizim benliğimizle ilgilidir çünkü. Benliğimizin bir parçasını teslim etmiş olmamız ve bu parçanın yaralanmasıyla ilgili. Benlik mahremiyet demektir, özeldir ve dış müdahalelere karşı fazla hassas, alıngandır. Bu sebeplerden dolayı yaşadığımız aşk acısını güvendiğimiz birkaç arkadaş haricinde kimseye göstermeyiz. Güçlü durmamız, güçlü görünmemiz, gözyaşlarımızı yutmamız gerektiğini düşünürüz hep. Hakkımızda; aşk acısı sebebiyle perişan olmuş, zayıf düşmüş demelerini istemeyiz. Çünkü bilinçaltımıza işlenen şey, aşk acısının zayıflık belirtisi olduğu, hele erkeklerin bu bahsi ağızlarına dahi almamaları gerektiği düşüncesidir. Oysa aşk acısı ruhun alabileceği en cesur, en kutlu yaradır ve âşık bu yarayı bir madalya gibi ruhunda sonsuza kadar taşır.

Yara metaforunu kullanıyorum çünkü aşk acısının bir ruh yarası olduğuna inanıyorum. İnsan nasıl bedensel olarak acı çekip yaralanıyorsa aynı şekilde ruhsal olarak da acı çekip yaralanabilir. Bedenimizde açılan yara bir alarm mekanizmasını yani acıyı devreye sokarak hızlıca beynimize ulaşır ve burada bir aksilik var, bütünlüğün tehlikede mesajı vererek iyileşmemiz için yardım arayışına girmemizi sağlar. Sevdiği bir varlığı kaybetmekle kendinden bir parça kaybeden kişi, büyük bir gerilim ve psişik acı yaşamaya başlar, bu sarsıntıyı ve kaybı fark eden beyin, altüst olmuş ruhu iyileştirmek için savunmaya geçer. Bu bağlamda aşk acısının benliğin yaşamış olduğu örselenmeye ve travmaya karşı kendisini savunurken doğan acı olduğunu söyleyebiliriz.

Aşk acısı deliliğe karşı son savunmadır. Çünkü acı, yitirmek üzere olduğumuz aklımızı, hayatımızı ve benliğimizi toparlamamız için bizi uyaran güçtür. Acı oldukça yaşamaya, savaşmaya ve mücadele etmeye devam ederiz. Yeter ki acının bize ne söylediğini dinleyelim.

Fiziksel acıyla beraber hayatımızda yer alan psişik (ruhsal) acı sevdiğimiz varlığı kaybettiğimizde iki şekilde tepki verir. İlk olarak şunu düşünelim; çok sevdiğimiz bir dostumuz çaresi olmayan bir hastalığa yakalanıyor ve artık yavaş yavaş o kişinin aramızdan ayrılacağını, artık bizimle olamayacağını düşünmeye başlıyor, bu fikre kendimizi alıştırıyor ve ne yazık ki onu artık dünyada kısıtlı vakti kalmış bir misafir olarak görmeye başlıyoruz. Bu evrede sevdiğimiz kişinin ölümünü sonsuz ama temsil ve bir bakıma da tahammül edilebilir bir acıyla yaşarız. Adeta yas acısı daha belirmeden adı konmuş ve sevilen yok olmadan yas tutma süreci başlamıştır. Ayrıca acı dayanılmaz olmasına rağmen benliğimizle bütünleşmiş ve yavaş yavaş uyuşmaya başlamıştır. Psişik acının oluşumunun ikinci türünde ise bunun tam aksi bir süreç işler. Eğer sevilenin kaybedilmesi ani ve öngörülemez bir şekilde gerçekleşirse, ruh ve beden acının taarruzuna hazırlıksız bir biçimde yakalanır ve acı kendini dayatarak; mekânı, zamanı, benliği altüst ederek bizi çaresiz bırakır. Hissettiğimiz acı ben tarafından özümsenebilir olmadığı için haliyle yaşanılmaz bir haldedir ve etkisi de aynı oranda şiddetlidir.

Aşk acısı da ölümlerde olduğu gibi bazen ani bazen de sürece yayılan bir ayrılık taşır. Bizi sevilen varlığa bağlayan bağın sert bir şekilde birdenbire kopması hem ruhsal hem de bilişsel olarak dağılmamıza neden olur. Ayrılık sonrasında acı veren şey sevdiğimiz kişiyi yitirmek değil, onun bir daha geri dönmeyeceğini bildiğimiz halde onu her zamankinden daha çok sevmektir.

Ayrılık ve sonrası

Ayrılık acısı öncelikli olarak kopuş ile başlar, bu kopuş insanda büyük bir sarsıntıya neden olur ve ardından benliğin bu sarsıntıya karşı vermiş olduğu cevapla süreç tamamlanır. Aşk acısı dediğimiz kavram, sarsıntıya uğrayan benliğin yeniden kendisini bulmak için çabalarken göstermiş olduğu savunmacı tepkiyi bilinç düzeyinde yansıtan bir duygudur. Acı burada bir tepki olarak gösterilir. Peki bu tepkinin kökenleri nedir?

Sevilen kişinin kaybedilmesiyle oluşan ruhsal zorlanmayla karşı karşıya kalan benliğimiz kendini toplar: Ayakta kalan tüm güçlerine başvurur -kendini tüketmeyi bırakır- ve bu güçleri tek bir noktada, kayıp sevgilinin psişik tasarımında yoğunlaştırır. O andan itibaren benliğimiz kaybettiğimiz varlığın zihindeki imgesini canlı tutmakla meşguldür. Sanki kaybolan sevgilinin imgesini büyüterek onun gerçek yokluğunu telafi etmek istemektedir. Bu noktada benlik, egemen olan bu imgeyle neredeyse tamamen kendisini karıştırır ve sadece severek, bazen de kaybolanın imgesinden nefret ederek yaşamaya başlar.

Bu imge benliğin bütün enerjisini kendine doğru çeker ve benliği, güçsüz ve dış dünyayla ilgilenmekten aciz duruma sokan şiddetli bir iç çekilmeye maruz bırakır.1 Ayrılık acısı çeken arkadaşlarınızı ya da kendinizi hatırlayın; tüm dikkatini ve ilgisini ayrılmış olduğu sevgilisine veren, ondan başka bir şey düşünmeyen, özbakımı eskisi gibi olmayan, yemek yemeyen, duygu durumu çökkün bir profil canlanacak gözünüzün önünde. Çünkü ayrılık acısını yaşayan kişi tüm gücüyle kaybettiği aşkının imgesini zihninde ve hayatında canlı tutmaya çalışıyor ve geri kalan dünyalık işleri fazla önemsemiyordur.

Sevilenin anısını çaresiz ve umutsuzca canlandırmakla meşgul olan kişi bu bitkinlik ve saf acıyla yoğrulurken kendisini hayatta tutabilmek için bu ayrılığı inkar etmeye, yok saymaya gayret gösterir. Çünkü kabul ederse delireceğini bilir ve bu acı onu hayatta tutar.

Yok sayma gayreti öyle noktalara ulaşır ki bazen kişi farklı semptomlar gösterebilir. Nörologların hayali uzuv dedikleri bir olgu vardır. Kişi bir kaza ya da hastalık sonucunda kesilen kolunu, ayağını ya da herhangi bir parçasını hissettiğini, hatta oynatabildiğini söyler.  Kişi kendisinin bir zamanlar parçası olan ve artık ondan kopup gitmiş olan kesik koluna o kadar çok psişik yatırım yapar ki hâlâ o kolu kendisinin bir parçası olarak yorumlar çünkü bu sarsıcı ayrılığı kabullenmek istemez. Aşk acısında da yine buna benzer bir durum yaşanır kişi hâlâ âşığının kendisini sevdiğini, bir gün geri döneceğini ve pişman olacağını düşünerek ilişkiyi zihninde sürdürmeye devam eder yani kendisine ait bir parçanın hâlâ yerinde durduğuna.

Sana başkası mı yok?

Ayrılık acısı hayatınızı dümdüz edebilir. İnançlarınızı, kişiliğinizi, sevdiklerinizi kısacası dünyanızı yıkıp kenara çekilebilir. Bu noktada aklımızda tutmamız gereken ilk şey şu: Hayatta eğer bir acıya maruz kalıyorsak bu acı muhakkak bizi bir eşikten, bir sınavdan geçirmek için başımıza gelmiştir. İşe tam da bu noktada Soren Kierkegaard’ın: ‘’Tanrı benimle ne kastetmiş olabilir?’’ sorusunu hatırlamak yüce Yaratıcı’nın bu acıyla bize ne söylemek, bizimle ne yapmak istediğini düşünmemiz gerekiyor. Evet acı çekiyorum, üzülüyorum, yoruluyorum, ağlıyorum fakat tüm bunlar ne için? Neye kavuşmam, neden ders almam gerekiyor bu cehennem gibi duygularla? Hiçbir acı sebepsiz ve boşuna değildir. Yaşamış olduğumuz acılara bir anlam vermek, bunu eğitici bir deneyim olarak görüp dersler çıkarmak bizleri acılar karşısında daha güçlü insanlar haline getirecektir.

Aşk acısı sebebiyle psişik ahengi sarsılmışlara ikinci önerim ise kendinizi dış dünyaya kapatmayın olacaktır. Hareket edin çünkü hareket acının üzerinizde birikmesini engeller2. Yapılan tüm bilimsel araştırmalar hareket etmenin, yürüyüş yapmanın, spor yapmanın kişiyi daha mutlu ettiğini, duygu durumunu olumlu yönde etkilediğini ortaya koyuyor. Bununla beraber bir dönem severek yaptığınız ve şimdilerde artık uğraşmadığınız ilgi alanlarınıza yeniden dönün veyahut yeni bir ilgi alanı oluşturun kendinize, hayatın akışından uzak kalmayın.

‘’Bu acı ölene kadar sürecek ve ben bir daha asla sevemeyeceğim’’ demeyin. Şunun garantisini verebilirim ki bu acı ölene kadar bu şiddette sürmeyecek, belki bunu imkansız olarak görüyorsunuz ama acının şiddeti azalacak ve şu an size bu fikir garip de gelse yeniden birini sevebileceksiniz. Âşık olur musunuz ya da yeniden birilerini onun gibi çok sevebilir misiniz bilmem ama bir zaman sonra yeniden sevebileceğinizi iyi biliyorum. İnsan tabiatı gereği bağ kurmadan, ilişki kurmadan yaşayamaz. Tek başına bir yerde 72 saat geçirdikten sonra halüsinasyonlar görmeye başlayan insan hangi koşulda olursa olsun muhakkak ötekini arar.

Özdemir Asaf, Yalnızın Durumları’nda şöyle der: ‘’Her leke kendisiyle çıkar’’3 Aşkı iyileştirecek güç yine aşktır. Sevginin açtığı yaraları ancak yine sevgi sarabilir. Fakat burada dikkatli olunması gereken bir nokta var; bahsettiğim şey ayrılığın ertesi günü iyileşmek umuduyla yeni insanlarla tanışmak, yeni ilişkiler kurmak değil. Eğer karşımızdaki insanı bütünüyle tanımadan ve sahip olduğumuz acının doğurduğu bilinçsizlikle böyle bir serüvene başlarsak daha fazla yaralanabilir ve insanlara inancımızı yitirebiliriz.

Her kayıp içinde kendi yasını barındırır. Sağlıklı bir yas süreci için acıyı tanımak ve yaşamak oldukça mühim bir meseledir. Sevdiğini kaybetmiş birisine: ‘’Unut artık onu, sana başkası mı yok?’’ demek görünürde son derece rahatlatıcı ve iyi niyetle söylenmiş bir söz gibi duruyor. Fakat unutmaya yapılan bu çağrı aslında kaybettiğimiz ve bu kayıptan dolayı acı duyduğumuz kişiyi ikinci bir kez daha silmeye yönelik bir öneridir.  Hayatımızda olmayan birini zihnimizden de silmeye yapılan bu çağrı onu yeniden kaybetmektir aslında. Bu noktada yas tutmadan kişinin başka birine gönlünü açmasını öğütlemek ona şiddet uygulamaktan farksızdır. Bu söylemle bizim kişiden istediğimiz şey aslında şudur: Yok olan kişinin imgesini artık yaşatma, yarayı iyileştirebilecek tek çareden kendini yoksun bırak ve psişik dengeni korumaktan vazgeç.

Kaybedilen varlığın imgesi silinmemeli; aksine kaybettiği kişiye duyduğu sevgiyle beraber bir müddet yaşamalı ve korunan bu psişik dengeyle sevginin bir başkasına geçmesi sağlanmalıdır. Yeni bir ilişki ancak bu sağlıklı yol ile mümkün olabilir.

Aşk acısıyla tepetaklak olan, maddi ve manevi olarak çökenler de var elbet. Platon, Şölen’de o âşıkları uyarır: ‘’Aşk sizi darmadağın edendir, fiyaskoya sürükleyendir’’4   Yaşamış olduğu acı sebebiyle her şeyini kaybedebilir insan, çünkü vurulmuş ve tüm dengesini yitirmiştir. Almış olduğu yaranın şifasını kendi meşrebine uymayan ortamlarda ve kişilerde arayabilir, bu durum âşığın başına gelebilecek en büyük felaketlerdendir.  Sadece eski Türk filmlerinde değil gerçek hayatın içinde de görmüşsünüzdür; mahallenin en delikanlı, en babayiğit abisi bir dilbere vurulur ve o delikanlı abimiz bu aşkın girdabından kurtulmak için kendini uyuşturucuya, alkole ve türlü batakhanelere vurarak acısını bastırmaya çalışır. Aklıma hemen Zeki Demirkubuz’un Kader filmindeki Bekir ve Ömer Lütfi Akad’ın Vesikalı Yarim filmindeki Halil karakteri geldi. Aşk böyledir, bir an gelir ve gölgesi bir ömür boyu üzerinizde kalır.

Hayat; bu bilinmezlik, bu acı ve bu ayrılık anlarıyla bizi yoğurup şekillendiriyor. Kendimiz olarak başladığımız yolculukları bir başkası olarak sonlandırabiliyoruz. Tam da bu sebepten dolayı aşk acısının bizi şekillendirmesinden ve olgunlaştırmasından korkmayalım. Unutmayalım ki acının da kendine has iyileştirici ve olgunlaştırıcı bir yanı vardır.

Dipnotlar

1) J.-D. Nasio, Aşk Acısı, çev: Hatice Bakanlar, Canan Coşkan (Ankara: İmge Kitabevi Yayınları, 2007), 39.
2) Barış Bıçakçı, Bizim Büyük Çaresizliğimiz (İstanbul: İletişim Yayınları, 2018), 22.
3) Özdemir Asaf, Dokuza Kadar On (İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2015), 105.
4) Platon, Şölen – Dostluk (İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2019), 106.

2 Yorum

  1. Esma 16 Ağustos 2020 at 07:12

    Aşk acısı hakkında bu kadar güzel ve yüreğe dokunan başka bir yazıyla internette karşılaşmadim..Kaleminize ve yüreğinize sağlık Gökhan bey..

    Cevapla

Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir