Ortada bir fedakârlık oldu mu, mantıksal olarak, feda edilen o şeyleri
toplayacak birilerinin de olacağı kesindir zaten.
Ayn Rand, Hayatın Kaynağı.
Aynaya bakıp: ‘’En son, kim için neyi feda ettim?’’ sorusunu kendinize sorduğunuzda nasıl bir cevap alıyorsunuz? Başkalarının mutluluğu, güveni ve huzuru için nelerden vazgeçtiniz? En son ne zaman o süslü ve kıymetli benliğinizi aradan çıkartıp önceliğinizi ‘’o’’ yaptınız? Ve kısa vadede yaşadığınız türlü sıkıntılardan sonra kavuştuğunuz o yüce huzuru nasıl anlamlandırdınız?
Evet, fedakârlık kısa vadede yorucudur biliyorum, sizi her anlamda yıpratır. Bazen tahammülünüz kalmaz bu yükü taşımaya fakat sonrasında birilerinin ruhuna şifa, dertlerine deva olduğunuzu gördükçe; o çaresiz ve yorgun insanların yüzlerinde mutluluk çiçekleri açtıkça, gönlünüzün de tüm pencereleri açılır, içinize tarifsiz bir ferahlık dolar ve insan olmanın ardındaki o gerçek ve bir bakıma da gizil anlama kavuşmuş olursunuz. Gizil diyorum çünkü günümüzde anlama dair ne varsa geri çekiliyor, öteleniyor ve yerine kâr-zarar analizleri konuluyor. ‘Birilerine nasıl faydalı olabilirim?’ sorusu yerine ‘bu işin bana faydası ne?’ sorularına muhatap kalıyoruz artık.
Güçlü olan hayatta kalacak, zayıflar elenecek inancıyla bizi bir hayatta kalma savaşına sürüklüyor tüketim sistemi. Sahip oldukça, birilerini yendikçe, oyun dışında bıraktıkça, daha fazla kâr elde edip diğerlerini daha fazla zarara uğrattıkça, hayatta kalma ihtimalimizin artacağı fısıldanıyor kulağımıza. Bu sistem içerisinde; başkası için dertlenmek, düşene el uzatıp yardım etmek, kendi malından ve gerekirse canından fedakârlık etmek yok, hatta bu büyük bir zayıflık göstergesi olarak da algılanmakta. Kural basit: Yaşamak için dünyayı ve ötekini tüket.
Bu insanlık dışı tutumlara karşı vereceğimiz cevap, üstleneceğimiz ödev ve sorumluluklar dünyanın nasıl bir yer olacağını belirleyecek. Bizler ötekini düşündükçe, sevgimizi ve malımızı istiflemeyip paylaştıkça, inandığımız değerler için büyük fedakârlıklar yaptıkça anlam dünyamız genişleyecek ve insanlara başka bir hayatın, başka bir düzenin mümkün olduğunu da göstermiş olacağız.
Sadece toplumsal meselelerde değil, duygusal ilişkilerde de fedakârlık ilişkinin seyrini ve biçimini etkiler. Yusuf İle Züleyha’nın, Leyla İle Mecnun’un, Ferhat ile Şirin’in ve hatta Romeo ve Juliet’in asırlar boyunca dilden dile gezip dolaşmasının, âşıkların mihenk taşı olmasının sebebi yapmış oldukları fedakârlıklardır. Âşık, vazgeçtikçe büyür, fedakârlık yaptıkça sevgisi katlanır. Sevdiği mutlu olsun diye yeri geldiğinde kendi düzeninden, mutluluğundan geçer. Burada ruhsal bir denklem, normal-anormal ayrımı yapmak aşkın tabiatına ihanet olur. Aşk tüm bu anlamların, tanımların ve hesapların çok daha ötesindedir. Hesap edilmeyen, edilemeyendir.
Eğer hesap etmeye başlarsanız yani aşkı bir mantık düzlemine çekmeye çalışırsanız kaybedersiniz ve pişmanlıklarınız artar, kapanmamış hesaplarınız artar. İnsan kapanmamış hesaplarını unutamaz, sadece baskılar ve günü geldiğinde o hesapla bir akşam vakti yüzleşir. El ayak ortalıktan çekilince keşkelerin sarar zihninin etrafını. Keşke biraz daha cesur olsaydım, keşke biraz daha dayansaydım, keşke biraz daha bekleseydim, keşke gururumu dinlemeyip o giderken ‘gitme’ diyebilseydim. Keşke…
Keşkeler bizi dönüşü olmayan yollara sokarken, fedakârlıklar ise ölümsüz kılar. Cesaretimiz, ileriye doğru korkmadan ve sonunu düşünmeden attığımız adımlar kişiyi hem bireylerin hem de toplumun gönlünde bambaşka mertebelere taşır. Bugün; ülkesi için gözünü kırpmadan şehadete yürüyen memleketin kıymetli evlatlarını bizler için muhterem kılan elbette ki yapmış oldukları fedakârlıklar ve atmış oldukları korkusuz adımlardır.
Patolojik fedakârlık
Fedakârlık iki türlüdür; birincisi sağlıklı fedakârlık, ikincisi ise patolojik (sağlıksız) fedakârlık. Sağlıklı fedakârlığın nasıl olması gerektiğini anlattık, bir de patolojik fedakârlığın ne olduğuna bakalım.
‘’Saçımı onun için süpürge ettim, ne dediyse, ne istediyse yaptım ama yine de yaranamadım, ben olmasam sokaklara düşmüşlerdi’’ yakınmalarıyla başlıyor tüm hikâye ve türlü kırgınlıklarla devam ediyor. Umduğunu bulamama, boşa giden yıllar, kendini kullanılmış hissetme, mutsuzluk ve çaresizlik. ‘’Sahiden de saçımızı süpürge edip her şeyimizi o kişi için feda etmemiz gerekir miydi?’’ Net bir cevap vermek zor fakat bilinen bir şey var ki o da aşırı fedakârlık gösteren kişilerin ilişki kurma ve bağlanma biçimleri diğerlerine göre biraz daha farklı.
Aşırı fedakâr insanların hikâyelerini dinlediğiniz zaman gördüğünüz manzara hep aynıdır; hayatı boyunca başkalarının suistimallerine, kötü davranışlarına ve haksızlıklarına maruz kalmış ama tüm bunlara rağmen kendine eziyet eden kişilerle arasına mesafe koymamış ve kurduğu her yeni ilişkide bu kırıcı döngüye razı gelmiş bir yetişkin tablosu. Bu kişiye göre insanlar; vurdumduymaz, kaba, adaletsiz ve kıymet bilmez tiplerdir. Fakat kendisi tüm bunlara dayanacak, onların tüm kötü özelliklerine rağmen ilgisini ve iyiliğini onlardan esirgemeyecektir. Kendisinin de bahtı böyle karadır işte. Ona hep en kötüler, kadir kıymet bilmeyenler denk gelmiştir.
İşin iç yüzü tam olarak böyle değildir aslında. Aşırı fedakârlık şemasının oluşumu bebeklik döneminden başlar. Annesinden yeterli ilgiyi göremeyen bebek ‘ben sevilmeye, değer verilmeye layık değilim, ben değil öteki seviliyor’ diye düşünür ve sonrasında asıl değerli olanın, sevilmesi ve ilgi gösterilmesi gerekenin öteki olduğunu varsayarak kişilik şemalarını biçimlendirir. Sonrasında ise kendini değerli bulmayan ve hayatını başkalarının sevgi açıklarını kapatmaya çalışan, onların her söylediğini yapan bir yetişkin haline dönüşür.
Fedakârlık görev değildir
İnsanın sahip olduğu temel inançlardan (şemalardan) biri de değersizliktir. İlgisiz ve sevgisiz büyüyen insanlarda sıkça karşımıza çıkan değersizlik şemasıyla hareket eden kişi, bu şemadan kurtulmak için çeşitli yollara başvurur. Bunlardan en sık karşımıza çıkanı ise bahsettiğimiz aşırı fedakârlıktır. Bu tip durumlarda kişi kendisini değerli görebilmek için herkes tarafından sevilmesi gerektiğini düşünür ve herkes tarafından sevilmenin yolunun da onları mutlu etmekten geçeceğini zanneder. Bu çarpık düşünce biçimleriyle hareket eden kişi, aşırı fedakârlıklara başvurur çünkü onun içinde bulunduğu ilişkiyi kaybetmemesi için sevilmesi, yani aşırı fedakâr olması gereklidir. Bu durum elbette ki çoğu kez bilinç düzeyinde yaşanmaz, kişi yapmış olduğu aşırı fedakârlıklardan yakınır ama bu davranış biçiminin köklerini fark etmez ve sevilme ihtiyacından dolayı da bu sağlıksız ilişkileri bitiremez.
Bu bir nevi rüşvettir: ‘’Beni sevmen, bana değerli hissettirmen için sana her türlü fedakârlığı yapabilirim, seninle uyumlu olabilirim, yeter ki beni bırakma ve ilişkimiz sürsün.’’ Ne kadar ahlaksız bir davranış olsa da rüşvet veren kişinin de bir kâr elde etmesi gerekir fakat burada kişi, kâr elde ettiğini düşünüp aslında kendi hayatına çok daha büyük zararlar verebiliyor.
Fedakârlık iki yönlü bir süreçtir, bu ilişki tek tarafın çabasına terk edildiği zaman aksar ve gerçek anlamını yitirir.
İlişkilerinize bu noktada check-up yapmanızı öneririm. Sürekli olarak yardım ettiğiniz, derdini sıkıntısını dinlediğiniz, her koşulda yanında olduğunuz insanlara bir süre bu alanlarda yardım etmeyin, taleplerini nazikçe geri çevirin. Bakalım aranızdaki ilişki nasıl şekillenecek ve ne sonuçlar doğacak? Eğer sağlıksız bir ilişkideyseniz büyük ihtimalle sizin çok değiştiğinizi, eskisi gibi olmadığınızı ayıplar bir dille ifade edecek ve yavaş yavaş sizden uzaklaşmaya başlayacaklardır. Şunu akıldan çıkartmamak gerekiyor: Aşırı fedakârlık yaptığınızda insanlar sizi değil, sizin onlara sunmuş olduğunuz hizmeti beğenip takdir ederler ve bu hizmet kesilince de arkalarına bile bakmadan uzaklaşıp giderler. Meşhur bir deyiştir: Bir insanı kırk yıl sırtında taşı bir gün indir, bu beni kırk yıl taşıdı demez de sırtından indirdi der.
Aşırı fedakârlık sizler için bir görev değildir, karşı taraf için de bir hak değildir. Sürekli olarak birilerinin sorunlarını dinlemeye, onlar için çözümler aramaya mecbur değilsiniz. İnsanlık hali bu, her zaman güçlü ve zinde olmayabilirsiniz, bazen tek başınıza kalıp kendi iç dünyanıza çekilmek isteyebilir, tüm sorunlardan ve insanlardan bir süre uzak kalmak isteyebilirsiniz. Bu noktada kendinizi kötü hissetmeniz ve ben acaba iyi bir insan değil miyim diye düşünmeniz son derece anlamsız. İnsan kendini bazen yalnızlıkla ve sessizlikle yenileyebilir, iyileştirebilir.
Sevilmek için, değer görmek için herkesle aşırı uyumlu, tavizkar ya da aşırı fedakâr olmamıza gerek yok. “Fazla fedakârlık kişinin kendi kul hakkına girmesidir” sözünü hatırımızda tutarak kendi hakkımızı öncelikli olarak kendimizin koruması gerekir. Zira benliğimiz diğer insanların insafına ve vicdanına bırakılmayacak kadar değerlidir, kıymetlidir.
Hocam artık sizi yazılarınız vesilesi ile uzaktan manevi hocam kabul ediyorum. İnşallah bir gün tanışmak ve bilgilerinizden istifade etmek nasip olur. Hangi konu kafama takılsa onunla ilgili paylaşım yapıyorsunuz denk gelmesi hayranlığını hep yaşattığınız için teşekkür ederim. Bu hafta ki yazınızda ruhu ferahlatan cinsten zira bizde ki en büyük fedakarlık genelde ailemize olandır. Fedakarlık deyince aklıma baba kavramı geliyor annemi es geçmek istemem fakat belki de baba da gördüğüm etkili anlar daha fazla olduğundan. Her bayram hepimizin ayakkabısı, kıyafeti değişir fakat babamın evin önünde ki ayakkabı sabittir. İmkan olmadığından değil fakat hep niyeti yüzünden okunur siz daha iyisini giyin diye der gibi. Baba ve fedakarlık ayrılmaz kavramdır bu yüzden benim için. Böyle güzel yazı için de kaleminize sağlık diyorum. Hayırla kalın 🙂
Hocamm gercekten muhsesem birisiniz yazinizi okudum cok keyif aldim eksiklerimizi yanlislarimizi dogrularimizi resmen ortaya koymus cevabini bile vermissiniz tesekkur ederim iyiki sizi tanimisiz emeginize yureginize sağlik iyi gunler hocam