Kalp Ne işe Yarar?

Önce sola, sonra sağa, yine sola
Bakan akıldır, kalp uzatmaz.
Akıl iki kere ikiyi iyice bilir
Kalp ikiyi inkâr edecektir.

Ahmet Murat, Kalbin Kararı

Yakınlık bazen görmeye engeldir. Sürekli sizinle olan, burnunuzun dibinde duran, varlığına alıştığınız ve bu alışkanlıktan dolayı değerini unuttuğunuz, önemsemediğiniz, aşırı yakınlık sebebiyle belirli bir kısmını tanıyıp künhüne vakıf olamadığımız kişiler, nesneler ve durumlar vardır. Bu noktada bütünü görmek, ne işe yaradığını gerçekten anlamak ve sağlıklı bir muhasebe yapmak için yavaşlamamız, uzaklaşmamız ve temel malumatlarımızı yeniden kontrol etmemiz gerekmektedir. Bu yöntemle hayatımızda değerli olarak görüp yer verdiğimiz kişilere, nesnelere ve olaylara hak ettiği rolü ve kıymeti sağlıklı bir şekilde yeniden biçip değerini bilerek yaklaşmaya ve yaşamaya başlayabiliriz. Aksi halde yakınlığın ve alışkanlığın doğurduğu özensizlikle kıymet verdiklerimizi yavaş yavaş yıpratır nihayetinde de yok ederiz.

Yok olmasına, yıpranmasına karşı çıkacağımız, insan için ve belki de âlem için varlığın merkezinde bulunan kalp insanın ‘’tüm kabiliyetlerinin toplamı’’1 olması hasebiyle sürekli özene, dikkate ve rikkate ihtiyaç duyar. Hepimizin göğsünde ruhanî bir cevher olarak taşıdığı kalbin unutulması insana dair tüm güzelliklerin ve hakikatin de unutulmasıdır. Cahit Zarifoğlu’nun: ‘’Bir kalbiniz vardı, onu hatırlayınız’’ ya da İsmet Özel’in ‘’Eve dön! Şarkıya dön! Kalbine dön!’’ dizeleriyle işaret edilen şey temelde nereye ait olduğumuzun ve neyle yaşadığımızın hatırlatılmasıdır aslında. Biliriz ki insan unuttuklarıyla değil hatırladıklarıyla yaşar.

Akıl, merkez, iç, öz, esas, cevher, meselenin ruhu2 anlamlarını taşıyan kalbin lügatteki bir diğer anlamı da fuâd kelimesidir. Fuâd Arapça’da “f-’e-d” kökünden türeyen bir isimdir. Çoğulu “ef’ide”dir, yanıp tutuşmak anlamını taşır.3 Kalbin sevgiyle ve acıyla yanıp tutuşması…

Kalp insanın merkezdir; şuur, vicdan, idrak, duygu, akıl ve iradenin doğduğu, tasavvuf ehlinin hakikat-i insâniyye dediği kutlu bir merkez. İnsanın maddi ve manevi varlığının özünü anlamasını sağlayan, akla yön veren, bilginin doğup yorumlandığı, hakikatin kavrandığı, ilmin öz yurdudur.

Kalp sadece çam kozalağı şeklinde, bedenimize yerleştirilmiş ve tek görevi vücuda kan pompalamak olan et parçası değildir. Kâinatın özünü içinde gizleyen, âlem içinde başka bir âlemdir.

Cismanî ve ruhanî olarak ikiye ayırabileceğimiz kalbin akla gelen ilk hali elbette ki insan hayatiyetinin sürdürmesini sağlayan, bedeni fiziksel olarak ayakta tutan, hayvanlarda da görülen maddi, yani cismanî haldir. İkinci hal ise bizim ısrarla üzerinde durduğumuz; anlayan, âlim ve arif olan, hitap eden ve hitap edilen ruhanî hal, ruhâni kalptir. Bu iki halin birinden biri eksik olursa insan dünyada sallanmaya, hem maddi hem de manevi olarak istikametten şaşarak, beden ve ruh ölümleri gerçekleşmeye başlar.

İnsan sadece gen torbası mıdır?

Şu an insanoğlunun başındaki en büyük belalardan biri de işte bu motto: Ruhu (kalbi) öldür, maddeyi yaşat. Hâkim söylem, sadece vitrinde ve parlak ekranlarda gördüklerini satın aldığında mutlu olan bir insan nesli yaratmak için elinden gelen her şeyi yapmakta. Kalbin ruhanî özelliğini insan bedeninden çekip alarak, geriye kalan et parçasında oluşan o büyük boşluğu satacağı yeni ürünlerle dolduracağını vaat eden sistem bu tavrıyla kendini kutsayıp Tanrılaştırmakta ve sadece emek sömürüsü ile işleyen yeni bir dünya dini oluşturmaya çalışmaktadır.

Bu sahte oluşumun yalancı peygamberlerini her gün televizyon dizilerinde, Instagram sayfalarında, Netflix’te, Youtube’da bizleri bir şeylere ikna ederken, bir şeyler satarken, dans ederken, güldürürken, inananlarla dalga geçerken görebilirsiniz. Tek amaçları eğlendirmek ve para kazanmak gibi görünse de asıl amaç insanın özünü yani kalbi aradan çıkartıp geriye kalan et parçası ile kukla gibi oynamak istiyorlar. Yapılan araştırmalarda gençlerin her geçen yıl büyük bir artışla ‘’hayatta hiçbir işe yaramadıklarını’’ ve ‘’kendilerini sürekli olarak mutsuz hissettiklerini’’ görüyoruz. Bir işe yaramak ve mutlu olmak için öncelikle bir kalbe ve ruha sahip olmak gerekir. Üzüntüleri, mutlulukları, eğlenceleri, beslenme alışkanlıkları, vakit geçirdikleri alanları bile trendlere yani sahte peygamberlere göre ayarlanan gençler elbette ki bu dünyada bir işe yaramadıklarını ve mutsuz olduklarını söyleyecekler.

Sadece gençler için değil yetişkinler için de durum pek farklı değil. Tüm gün iş yerinde ekrana bakıp alışveriş sitelerinde kaybolan, otobüste, metrobüste, oturma odasında durmadan telefonunu dürtükleyen bizlerin de kalbe dair söyleyecek pek bir şeyi kalmadı. Vicdanımızı, insanlığımızı nerede ve nasıl kullanacağımızı bile TT (Trending Topics) listeleri belirliyor artık. Bir şeye üzülecek, merhamet edecek ve sevineceksek eğer hızlıca sosyal medya hesaplarımızın gündemlerine göz atıp gereken tepkileri verip insani vazifemizi yerine getirmiş oluyoruz. TT listesine girmeyen ölümlerin, acıların ve sevinçlerin ise pek bir önemi yok artık. Önemliyse parlak ekrandadır, değilse zaten konuşmaya bile değmez.

İzleğimizi kaybetmeden kendi dinini yaymaya çalışan ve ruhanî kalbi öldürmeye çalışan sahte peygamberlerden devam edelim.

DNA’nın moleküler yapısının keşfinde Jamed D. Watson’la birlikte çalışan ünlü fizikçi ve biyokimyacı Francis Crick, The Astonishing Hypothesis isimli kitabına şöyle başlar: ’Sizin, sevinç ve acılarınız, anılar ve tutkularınız, kişisel kimlik duygunuz ve özgür iradeniz gerçekte sinir hücreleri ve bunların ilişkili olduğu moleküller bütününün davranışlarından/etkileşiminden başka bir şey değildir. Lewis Carroll’un ifade ettiği gibi, ‘Siz sadece bir nöronlar bohçasından ibaretsiniz’’’4 Bu geniş spektrumlu indirgemeci anlayışın temel hedefi insanlığın, düşünme serüvenini ve sürecini bütünüyle rasyonalize edebilme gücüne sahip olduğunu göstermektir. Kalp dediğimiz mücevheri insanın bedeninden çıkartarak dünyanın güzelliğini ve hikmetini salt nicel matematik formülleriyle izaha girişen modern bilim elbette ki insanı nöron ve gen çuvalına benzetecektir. Çünkü ancak böyle kalpsiz ve şahsiyetsiz çuvalları efsunlayıp onlara diledikleri oyunları oynayabilir, kendilerine iman ettirebilirler.

Saf akıl bizim eşyanın görünümü üzerinde yüzeysel biçimde yorum yapmamıza olanak sağlar, gerçekliğin mahiyetine ulaşmak konusunda ise sınıfta kalır. Sosyal ilişkilerimizde de bütünüyle akla bağlı kalmanın büyük uyum problemleri doğurduğu aşikârdır. Ruhun yani bir diğer adıyla da kalbin olaya dahil olmasıyla gerçekliğin kapıları yavaş yavaş aralanır. John A. Herlihy’e göre modern akıl yetisi ve onun esinlendiği kuşatıcı rasyonellik ortamı, doğruluk veya yanlışlığın ölçütünü oluşturamaz, çünkü aklın herhangi bir veçhesinde ona böyle bir rol verebilecek kendine özgü bir şey yoktur. Hakikatin teminatçısı ve onun doğruluğunun delili nerede bulanabilir? Haklı olarak bu doğdur, bu da yanlıştır, bu gerçektir bu da sahtedir iddiasında bulunabilecek gerçek gözlemci kimdir?5

Herlihy’nin bu sorusuna cevabı asırlar evvel İmam-ı Gazzâlî şöyle vermiştir: İnsan kalbinde, maddî gözün kusurlarından uzak bir iç göz (kalp gözü) vardır. Bu, nur ismine daha lâyıktır ve buna bazen akıl, bazen ruh, bazen de insanî nefis denir. Gazzâlî bu açıklamasından sonra, söz konusu bilgi kaynağı için söylenen çeşitli tabirleri bir tarafa bırakmak gerektiğini, çünkü terimlerin çokluğundan, anlamların da çok çeşitli olduğunun zannedileceğini belirtir ve adı geçen terimlerin aynı anlama geldiğini çok açık bir biçimde söyler. Ona göre kalpteki bu göz akıllıyı, çocuktan, deliden ve hayvandan ayıran şeydir.6 Burada büyük âlimin vurguladığı şey elbette ki ruhanî kalptir. Kalbin, bilgi üzerindeki seçici, denetleyici, ayırıcı ve tanımlayıcı rolü, dünya yolculuğumuzu daha da kolaylaştırmakta ve öz hakkında bizlere gerçekçi bilgiler sunmaktadır.

Hakiki bilgiye kalp ile ulaşılır. Birçok ilim insanının; akıl, ruh ve kalp kelimelerini birbirine eş anlamlı olarak kullandıklarını da düşünürsek ne demek istediğimiz biraz daha net anlaşılacaktır. Bahsettiğimiz bilgiye ulaşma yolu sadece duyguları ve inancı değil, aynı zamanda tekniği, bilimsel deneyleri ve güncel araştırmaları da içermektedir. Aksi halde hakkını, hukukunu dünya sofrasında savunamayan, kötülüğe karşı söz söyleme gücü ve imkânı olmayan, ne denirse boyun eğen bir topluma dönüşme tehlikesi mevcuttur. Tüm bunları göz önünde bulundurarak önceliklerimizi yeniden değerlendirmeli ve ne için yola çıktığımızı ya da çıkacağımızı iyi düşünmeliyiz.

Kalpte ısrar 

Kalp demekte ısrar ederiz çünkü kalp şahsiyetin merkezidir. Bu dünyada bizi farklı kılan, âlemi sevdiren ve sevilmemizi sağlayan, güzelliklerin anavatanıdır kalp; üzerine eğildikçe ve düşündükçe temizlenir, güzelleşir, iyileşir. Nasıl birisi olduğumuz, kimlerle oturup kalktığımız, ahlakımız, söylediklerimiz ve hatta dinlediklerimiz kalbimizle ilgilidir. Toplumda değer gören, sevilen, ahlakı ile ön plana çıkan insanlar için ‘iyi kalpli’ tam aksi yönelimleri olan kişiler için ise ‘kötü kalpli’ denir çünkü insana bu eylemleri yaptıran ve bu eylemler üzerinde düşünmesini sağlayan şey onun kalbidir, işte tam da bu yüzden iyi kalplilerden olmak fazlasıyla önemlidir.

Her şeyden evvel kalp sevmenin sadır olduğu, sevmeye kapı açan mekândır. Sevmeyen insanın taştan farksız olduğu söylenir, fakat taşın da ruhanî bir kalbi olup olmadığını, üzerinde bulunduğu toprağı, dağı, uçurumları sevip sevmediğini tam manasıyla bilemeyiz. Belki de bizim anlam ve algı dünyamızın çok ötesinde bir dili ve sevme biçimi vardır. Bu sebeple sevmek konusunda taşlara bile haksızlık etmemeli, taşlardan bile umudu kesmemeliyiz.

Dünya sevgi üzerine, kalp üzerine kuruludur deriz çünkü sevmenin sonsuz bereketine ve şifasına inanırız. İçinde bulunduğumuz küçük odamıza, iş yerlerimize, evlatlarımıza, ilişkilerimize anlam katan şey kalptir. Tekdüze, matematiksel ve çıkarcı bir hayat yaşamıyorsak bunun tek sebebi bir kalbimiz olmasıdır. Hiçbir şeyi sevmeyen bir insan düşünün; dünyaya karşı ilgisini yitirmiş, insanlardan uzak durduğu için yalnızlaşmış, tutkusunu ve değerlerini yitirmiş, ayakta durmak için geçici çözümlere sığınmak zorunda kalan bir insan. Bizimle tam olarak yapmak istedikleri şey bu: Kalbini unut ve düşmemen için sana sattığım değerlere sarıl. Yeni bir kıyafet, cep telefonu, lüks bir mekânda kahvaltı, herkes izlediği için izleyeceğin diziler, filmler, reklamlar ve daha nicesi. Bunlara sahip olman için bir kalbe ihtiyacın yok, sadece çalışman ve para kazanman yeterli.

Kalp bazen de faydacı çıkarımlar yapmanı, kendin için ve ailen için daha iyi imkânlara ulaşmanı engeller, zarar ettirir, ayağını kaydırır. İnsanın kalbi dünyayı seyrettiği aynadır, kalbi nasılsa dünyayı da öyle görmeye meyillidir. Zannedersin ki herkes senin gibi düşünür, davranır ve hak gözetir. Fakat zaman öğretir ki işler hiç de zannettiğin gibi değildir; eğer hakkını aramazsan hak ettiğini alamazsın, ön plana çıkmazsan ezilirsin, başkalarının vicdanına teslim olursan üzülürsün. Ne olursa olsun bir kalbiniz varsa eğer tüm bunları yine de yok sayarsınız, zarar etmek, üzülmek, geride kalmak pahasına dahi olsa dünyayı kendi aynanızdan seyretmeye devam edersiniz, yolunuzdan şaşmazsınız. Yolun güzelliği düştüğünüz çukurun da güzelliğidir aynı zamanda.

Rollo May Yaratma Cesareti isimli kitabında şöyle söyler: ‘’Courage (cesaret) sözcüğü, “kalp” anlamına gelen Fransızca sözcük cœur ile aynı kökten gelir. Kalbin kollara, bacaklara ve beyne pompaladığı kan ile tüm diğer organlara kazandırdığı işlev gibi, cesaret de tüm psikolojik erdemleri olanaklı kılar. Cesaretin yokluğunda diğer değerlerden çürüyen erdem müsveddeleri olarak söz edilebilir.’’7 Cesaret kalpten doğar ve bize bir hayat duruşu, direnme gücü kazandırır. Eğer sağlam bir kalbiniz varsa cesaretiniz de var demektir, risk almaya, adalet aramaya ve iyilik için mücadele etmeye diğerlerinden daha fazla yatkınsınızdır demektir. Kabına sığmayan, cesur ve korkusuz kimseler için ‘yürekli’ ifadesi kullanılır, yürek aynı zamanda kalp yerine de kullanır ve kalp cesaretin olmazsa olmazıdır.

Yine kalp yerine kullanılan sözcüklerden biri gönüldür. Yardımsever, eli açık, yoksul ve gariban dostları için ‘gönlü bol, gönlü geniş’ ifadeleri kullanılır. Kalbiniz ne kadar genişse insanlar için fedakârlık yapmanız, onların dertleriyle dertlenip bir çözüm aramanız o ölçüde artıp genişliyor. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki etrafımızda yüz binlerce gönlü geniş, kalbi geniş insan mevcut; eşimiz, dostumuz, kapı komşumuz ve hatta insani yardımda dünyaya örnek olan güzel ülkemiz gönül genişliğine en güzel ve şerefli örneklerdir, bunu kıymetini bilip bu güzelliğe katkı sunmak için çabalamak da bizlerin birinci ödevidir.

Dünyada adresini kaybeden ve gideceği yer konusunda hiçbir fikri olmayanlar için en etkili yol kalp pusulalarını keşfetmeleridir. Çünkü kalp bize bir yön tayin eder, nereden gelip nereye gideceğimize dair kendimize sorduğumuz sorulara çok açık cevaplar verir. Bu cevaplar bizim bir yaşam biçimi geliştirmemize, hayatta neyin tutkunu neyin boş vermişi olacağımızı bilmemize yardımcı olur. Karar vermekte zorlanan insanlara ‘kalbinin sesini dinle’ dememiz gelişi güzel söylenmiş bir söz değildir. Bizler, kalbin temiz yaratıldığına; ne kadar yıpratılmış olursa olsun o kalbin içinde muhakkak bir bereket kırıntısı olacağına ve o bereketi kalbimizde hissetmeye çalışırsak muhakkak doğru yola koyulacağımıza inanmış insanlarız. Tam da bu sebepten dolayı kalbi olan her insana son nefesine kadar umut bağlarız.

Başta kişilik özellikleri olmak üzere insanı şekillendiren ve hatta psikopatolojik semptomların oluşumunu sağlayan şey çevredir. Çevrenizin nasıl olduğu aslında sizin de kim olduğunuzla doğrudan alakalıdır ya da bir müddet sonra alakalı olacaktır. Çünkü ruh dış tesirlere açık bir cevherdir, kalp cahilleri tarafından kolayca etkilenebilir ve kötülüğe sürüklenebilir. İmam Gazzâlî Hazretleri şöyle söyler: “Kalp, her taraftan yağan mermilerin bir hedefidir. Atılan oklardan biri kalbe değdiği zaman, ondan müteessir olur ve onun tesirinde kalır. Başka taraftan bunun zıddı olan bir şey isabet ederse, bu defa vaziyeti değişir.’’

Kalbimizi korumak ve psikolojik dayanıklılığımızı güçlü kılmak için daimi olarak ruhumuza ve kalbimize iyi gelen insanlarla beraber olmamız, iyi şeyler izleyip iyi şeyler dinlememiz oldukça mühim bir mesele. Kötülüklerin hayatımıza sirayet etmesini engellemek, çarpık düşünce biçimlerimizi değiştirmek ve hasarlı şemalarımızı onarmak için kalbimizin ve bedenimizin nefes alıp verebileceği ortamlarda yaşamaya gayret göstermeliyiz.

Kalp üzerine ne kadar düşür, söz söyler, emek harcar ve fedakârlık yaparsak dünya o ölçüde güzelleşir ve nezaketin öncelendiği bir yer haline gelir.  İlk yapacağımız şey kendi payımıza dünyada kalbe dair bir sorumluluk omuzlamak ve varoluşumuzdaki anlamını bu sorumluluk üzerinden okumak, gerisi zaten çorap söküğü gibi gelecek ve bireysel mucizemiz gerçekleşmiş olacaktır.

Dipnotlar

1) Hüseyin Aydın, Muhâsibî’nin Tasavvuf Felsefesi (Ankara: Pars Ressamgrafik, 1976),  47.
2) Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü (İstanbul: Kabalcı Yayınları, 1991), 274.
3) Ebu’l- Fadl Cemâleddîn Muhammed b. Mükerrem, Lisânu’l-Arab (Beyrut: Dâru’l-İhyai’t-Turasi’l-Arabî, 1997), II/329.
4) Francis Crick, The Astonishing Hypothesis (New York: Simon & Schuster, 1994), 3.
5) John A. Herlihy, Ruhun Sınır Bölgeleri (İstanbul: İnsan Yayınları, 2019), 42.
6) Necip Taylan, Gazzâli’nin Düşünce Sisteminin Temelleri (İstanbul: MİFAV Yayınları, 1994), 77.
7) Rollo May, Yaratma Cesareti, çev: Alper Oysal (İstanbul: Metis Yayıncılık, 2007), 42.
8) İmam Gazzâlî, İhyâ’u Ulûmi’d-Dîn,  çev. Sıtkı Gülle, (İstanbul, Huzur Yayınevi, 1998), III/98.

 

NOT: 17 Ocak Cuma günü itibariyle her ay Bağlarbaşı Kongre ve Kültür Merkezi’nde Şimdi ve Burada Konuşmaları‘nda psikolojiye ve hayata dair meselelere değineceğiz, ilgilenen dostları bekleriz. (Etkinlik afişine anasayfadan ulaşabilirsiniz)

1 Yorum

  1. İpek 28 Mayıs 2021 at 13:15

    Çok güzel yazı “Kalp cesaretin olmazsa olmazıdır” Ne güzel söylemişsiniz Sadece dış etkenlerden kendimizi korumak yetmiyor Cesaretle ilgili düşünülmesi gereken güzel bir söz.

    Cevapla

Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir