ve ben siyah bir mum gibi sana yanmak için buradayım, yanmak siyah bir mum gibi af dilemeye yüzü olmadan. Osip Mandelstam, Siyah Mum. Endişeyle bakıyorsun fırtınayla dağılmış yüzüme ve “bu, artık o adam değil” diye düşünüyorsun kaygını büyüterek. Sandalyenin tam ucundasın, kalkmaya her an hazır, çantan kucağında, sarılmışsın sıkı sıkı, kopacak bir şeyleri tutmaya çalışıyorsun ya da kopartmaya çalıştığın bir şeyleri. Evet, kıyametimi. Ellerin titriyor bu ağustos sıcağında sigaranı yakarken, çayını ağzına götürürken, şakaklarına bastırırken. Mahcup olma diye yürüyüp geldiğin yola bakıyorum, hangi sokaktan dönüp bu sahil kenarına ulaştığını, hangi vitrine gözünün takıldığını, kaldırımın hangi noktasına bastığını ve kaldırımların…
Yaşamanın Silinmez Lekesi
Rüyaların sonuna ulaştım; Şimdi uyuyanlar arasında ne yapacağım? Tüm kurgu bir akış üzerinedir, devam eden, durmayan, bazen şiddetlenen, bazen yavaşlayan ama hep ilerleyen bir akış. Durdurmanın, geri döndürmenin ve yok etmenin mümkün olmadığı bir akış. “Hayat devam ediyor” deriz en çaresiz anlarımızda çünkü en eski öğretidir bu ve bugüne kadar hep devam etmiştir hayat, durduğu görülmemiştir. Birisi için sonlansa bile diğerleri için hep devam etmiştir, edecektir. Ama nasıl? İşte hepimizin sırtındaki o kambur soru. Hayat devam ediyor deyip yaşamak ağrısından iki büklüm olmuş sırtımızı okşarlar ama nasıl devam edeceğimizi söylemezler. Oysa mevzunun en keskin yanı budur. Hayat devam edecek,…
Burada Kalamam, Başa Dönemem
Yaradan beni ne ardıç ne çınar ufarak çayır Koşumun gıcırdar ölmek dilerim Bağrım kaynıyordur yüklerim ağır Süleyman Çobanoğlu, Tekfurun Kızı. Vuruldum. Kendi evimde vuruldum. Her şey yolunda ve hepimiz güvendeyken vuruldum. İki bıçak, bir tornavida, bir de mermi yarasıyla tanış olunca vurulmanın ne olduğunu az buçuk anlayabiliyor insan. Size yemin ederim ki vuruldum. Ellerimle kapatacak, akan kanı durduracak bir yaram yok ama vuruldum. Bu, vurulmaların en kötüsü. Tümden vurulmak, vücudunun her zerresinde o acıyı hissetmek, varlığının bütünüyle sarsılması, acıyla inlemek için bile ağzını açamamak, kalbine dünyanın tüm hüznünün yüklenmesi ama susmak, dudaklarını ısırıp parçalamak, öylece orta yere uzanıp Allah’ın…
Bitmeyen Hüznümüz ve Değişken Arzu
Artık çok geç, her zaman hep geç olacak. Albert Camus, Düşüş. Hepimiz zamanın bir yerinde birinin fotoğrafına son kez bakmışızdır. Son bir veda ve son bir bakış. O kişi zihnimizde artık o haliyle kalır; gülüşü, gözleri, yanaklarındaki canlılık ya da cansızlık zihnimize işler ve sonrasında nihayetinde belleğimizden yavaş yavaş silinmeye başlar. Acaba en son kimin fotoğrafına son kez baktık? O fotoğrafa son kez bakarsın çünkü sonraki her bakmalar ruhuna sıktığın bir kurşuna ya da bir başkasına ihanete dönüşür. Unutmak ve bitirmek içindir o son bakışlar. Bazen de hiç ummadığın bir yerde karşına çıkar bir fotoğraf ve bir kurşun daha….
Çağın En Havalı Putu: Kişisel Gelişim
İnsanın günden güne içine gömüldüğü o derin yalnızlık, bizim büyük yalnızlığımız. Yalnızız çünkü oturduğumuz sofralar, yaşadığımız evler, çalışma şartlarımız ve hatta eğlence biçimlerimiz yalnızlık üzerine kurulu. 1+0 daireler, mutfakta tencere kaynatmak yerine moto kuryelerle kapımıza gelen tek kişilik yemekler, mesaisini ofis ortamında değil yeni dünya düzeniyle beraber evinde yapan işçiler, eğlenceden anladığı online dizi ve oyun platformu olan yetişkinler ve gençler. Tüm bunlar ve daha nicesi insanı hüzünlü ve korkutucu bir yalnızlığa sürüklüyor. İnsanın sürüklendiği bu yalnızlık çukurunda tek başına hayatta kalabilmesi oldukça güç çünkü insan doğası gereği bir ötekine muhtaçtır, sesinin başka biri tarafından duyulmasına, akıl almaya, dert anlatmaya…
Çözümlenmemiş Bir Oedipus Kompleksi: Sinek Isırıklarının Müellifi
Bitimsiz varlık aleminde üç tür hayat olduğuna inanıyoruz; ahiret hayatı, kabir hayatı ve dünya hayatı. Ahiret hayatı sonsuzluktur gözümüzde, kabir hayatı bir hassas bir denge, dünya hayatı ise en kısa olanı, bilimsel araştırmalara göre ortalama 65-80 yıl arası. İnanıyoruz ki dünya hayatında yaptığımız iyi kötü ne varsa ahiret hayatımızın belirleyicisi olacaktır ve yine inanıyoruz ki dünya ahiretin tarlasıdır. Bu tarla üzerinde doğup ölüyoruz, sevdiklerimizi bu toprağa gömüp yeni acılar yeşertiyoruz içimizde, ama sonra unutuyoruz bir an, öleceğimizi ve ölmüş olanlarımızı. “Göz açıp kapayıncaya kadar geçip gitti ömrüm” hayıflanmalarını hep taze tutuyoruz rafta, zamanı geldiğinde çıkarıp gururla tüketiyoruz. Ahiret tarlasında yaşadığımızı…
Birazdan Kalkacağız
Savaş Sokak’ta 2 odalı bir evde yola çıkma hazırlığı yapıyoruz. Perdeler sonuna kadar açık, akşam ezanı henüz dinmiş, evin içi buz gibi. -İhlas Pazarlama’dan mı almıştın lan bunu? Diye ayağıyla elektrik sobasını gösteriyor Sezgin. Üzerinde binlerce kez sigara yakılan, her yanışın izini üzerinde taşıyan ve varlığı küle bulanan sobadan uyanıyorum. -Neye daldın olum yine? İnsanın ve elektrikli ucuz bir sobanın birbirine bu kadar çok benzemesine diyemiyorum tabi. Sadece “bilmiyorum” diyorum, “bilmiyorum”. -Başladı yine bunun “bilmiyorum” seansları. Kendine gel birader, kendine. Yolumuz uzun ve sana çok ihtiyacımız var. Birilerinin bana ihtiyaç duyuyor olması ne kadar zor ve ağır bir yük benim…
İklimin Doğurduğu Yeni Bir Kaygı Türü: Eko-Anksiyete
İnsan, ilk çağlardan beri yaşamını devam ettirmek ve dünyaya hükmetmek için çeşitli yollar denedi ve bu denemeler sonucunda doğayı olumsuz yönde etkiledi, ona zarar verdi. İnsanın doğaya verdiği bu zarar Sanayi Devrimi ile beraber yıkıcı bir ivme kazandı. Bu dönem ile birlikte artan hammadde ve enerji ihtiyacının giderilmesi amacıyla doğal kaynakların aşırı kullanımı, fosil yakıtlara dayalı büyüme anlayışı, yanlış gıda ve hayvancılık uygulamaları ile beraber birçok çevresel sorun ortaya çıktı ve nihayetinde iklim değişikliği yaşanmaya başlandı. Sera gazlarıyla beraber ozon tabakasına zarar verildi ve dünyanın mevcut işleyişi aksamaya başlayarak insanın yeryüzündeki varlığı tehlikeye düştü. Vaktiyle, şaka yollu “Benim kullandığım deodorant…
Bataklık ve Lotus Çiçekleri
Bugüne kadar neyi sevdimse seni sevebilmek için sevdim. Paul Celan Hatırladığım son şey kulağımdaki vızıltı. Yaz gelince yerimizde duramayıp evdekilerden gizli mahalleden çocuklarla Kabataş’a gider hem midye toplar hem de doyasıya yüzerdik. Topladığımız midyeleri Mardinli İdris’e satar elimize geçen parayla da kayıntımızı yapardık. O gün hava fena halde sıcak, elimi yine midye kesmiş akan kanı sarı-laci şortuma siliyorum söylenerek. Mahalleye yeni taşınan eleman da bizimle. Yeni dediysem 4-5 aydır beraber takılıyoruz, halimize bakmadan kendimizce yol yordam öğretiyoruz. Mevzudan yıllar sonra helallik istediği için olayın detaylarını anlatamıyorum ama delikanlılığa sığmayacak bir hareket yaptı o gün. Sinkafla yakasından tutup güzelce silkeledim. Nihayetinde…
Terapi Odaklı Diziler Bizi İyileştirebilir mi?
Ebeveynlerinizi, sizi yanlış yöne sevk ettikleri için suçlamanın da bir son kullanma tarihi vardır; dümene geçecek yaşta olduğun an, sorumluluk sana aittir. J. K. Rowling Son dönemde; televizyon ekranlarında, beyaz perdede, kitapçı raflarında karşımıza sıklıkla çıkan terapi ve psikoloji temalı eserlerin/ürünlerin, dönemlik bir modanın veyahut popüler bir tartışmanın sonucu olduğunu varsayabilirsiniz. Fakat burada, daha derinlerde bir ihtiyacın ve karşılanamamış beklentilerin olduğunu düşünüyorum. Evet, bu bir ihtiyaç… Tüm dünyada “çok satan” kitap listelerini incelediğimizde karşımıza muhakkak, kendine yardım (self-help) yani kendi psikolojik problemlerimize kısmi müdahaleyi ya da ruhsal iyileşmeyi vaat eden kitapların çıktığını görüyoruz. Ya da şu anda ülkemizde bir…